Fuzûlî'ye göre dert ve cinnet, şairliğin sermayesidir. Gönlünde bir derdi bulunmayan, ciğeri yaralı olmayan, entellektüel krizler geçirmeyen, hatta çektiği acılar içinde mutlu olmayan hiçbir insanın şiirinde tat bulunmaz. Bu yüzden o, kendisini Mecnun ile özdeşleştirir ve şiirine bir lezzet katar; sonra da canını canan için besleyen, hayatı bir sevgili için yaşayan fedakâr ve avare âşık olma iddiasında haklı çıkar. Aşk kapısına bir dilenci gibi varıp muhteşem bir hükümdar olarak hayat sürmek de işte budur. Her ne kadar kendisi tersini söylese de:
Fakîr-i pâdişeh-âsâ gedâ-yı muhteşemem
Fuzûlî, aşkın bütün kapılarında bekçi, bütün denizlerinde balık, bütün semalarında bülbül, bütün seslerinde nağme olmayı hedefleyen adamdır. Leyla ile Mecnun mesnevîsinde Kâbe'nin eşiğinde deliliğine çare bulmak için aşktan kurtulma amacıyla dua etmesi gereken Mecnun'a,
Yâ Râb belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni
dedirtmesi biraz da kendi macerasını kâğıda dökmek değil de nedir? Yani ‘‘Tanrım! Beni aşk belâsı ile yoldaş eyle; bir an olsun aşkın belâsından ayırma beni!’’ Belâdan kurtulmak isteyenin duasına bakın siz!.. |